top of page

RUHUNU YAKALAMA CESARETİ

  • Yazarın fotoğrafı: ggkcen
    ggkcen
  • 6 Mar
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 3 May

Neden bu kadar zor hissettiriyor biliyor musun? Çünkü sen çoğunluğun yıllardır alışageldiği `güçsüzlük` algısını yıkmak isteyen nadir kişilerdensin. Burada sözünü ettiğim güç kavramı yalnızca dışarıda bulunabileceğine inandırıldıklarımız ve bunun getirdiği zorunlu eylemler; tüketmek, biri olmak, bir şey olmak, hep daha fazlasına sahip olmak ve istemek... Bu şekilde giderek kendimizden, çevremizden daha da kopmuş hissetmedik mi, devamlı aranması gereken bir şey varmış gibi yana yakıla koşturmaktan tüketmedik mi tek kullanımlık bu canı?

Ne yaparsak yapalım mutlaka eksik, tamamlanmamış bir şeyler var. İnan bu his çok boğucu, yorucu. İnan bana bunca çaba çok beyhude. Oysa ruhun asla yarım, yetersiz ya da eksik değil ve sen ona hali hazırda zaten sahipsin. Bu eksiklik algısını yaratan egomuz yani bizi korumaya çalışan sahte benliğimiz. Tıpkı ben sadece senin iyiliğini istedim diyen ama aslında sana zarar veren, samimiyetten uzak bir tanıdığın gibi. Ancak gerçekten maddede mana arayan, böyle olmamalı sorgulamasını yapan bir azınlık da var.

Ben kimim, ben ne için yaşıyorum?

Daha derin, daha anlamlı cevaplar arıyorsun. Otantik ilişkiler, gerçek bolluk, koşulsuz sevgi, derinlerde ruhunla bağlantılı, dengeli olma halini arıyorsun. Bu yüzden yüzeysel olan seni doyurmuyor, senin kabın bu çağın hızlı dopaminleriyle dolmuyor.

Öte yandan söz konusu ruh olunca tek bir doğru yoktur, her ruh kendi gerçekliğine uyumlanmayı düşler. Benim yoksunluğunu çektiğim yakınlık seninkinden farklı olabileceği gibi aynı da olabilir. Ancak şu ana kadar dile getirdiklerimle uyumlanıyorsan belli ki ruhlarımız aynı çağrıyı alıyor. Bazen aynı yollarla, bazen çok kendine özgü şekillerle bazen her ikisi de.

Gökkuşağının başlangıcını bulamasak da onu aramanın, bulmaktan daha güzel bir yanı var.

Unutmayalım ki yol boyunca her birimiz, her an yapım halindeyiz, oluşum sürecindeyiz ve `ben oldum` demekle ben öldüm demek aynı. Bir gün hallettim hissiyle kendine yaklaşırsın, ertesi gün şefkatine ihtiyaç duyan bir yanın tekrar elinden tutulmayı ve kafasının okşanmasını bekler. Hayat dalgalar halinde gelir, en iyi şeylerse kıyıda fırtından sonra bulunur. Fırtına anlarında içimizdeki ses bizi korku frekansına çeker. Tüm çabamızın boşuna olduğunu, yine aynı yerde dönüp durduğumuzu fısıldar bize. Yargılayan, eleştiren, mütemadiyen açık arayan bu sesle arana mesafe koymalısın. Daha başarılı ol, daha fazlasına sahip ol... hep daha fazlanın mecburiyetine iterek sıkıştırır seni ve o fırtına da değil belki ama kendi sesinde boğulursun. Yargılarken, korkanken kalbini sevgiye açamazsın. Bu şekilde ne kendinle ne de çevrendekilerle derin ve gerçek bağlar kuramazsın. Ya tamamen koparsın ya da fazlaca tutunursun `şeylere`. Uçurumun kenarında uzun süre beklersen bir gün düşmen kaçınılmaz denir.

Geldiğimiz dünya hayatta kalma modunda ve genellikle tetikte. Korku ve şüpheyle hareket edilen bir ortamda güvende hissetmekse mümkün değil. Hayatta kalmak ve gerçekten yaşamanın farkı idrak edilmeli. Anlamlı bir yol seçerek, sana ait olanı keşfederek yaşamak... Kendini `olması gerkene` göre şekillendirmen ruhunun ölümünü onaylayan o kağıdı imzalaman demek.

Oysa ruh yaşamak zorundadır. -Aron Beck

Ruhuna yaklaşma cesareti göstermek, gerçek özgürlüğün tadına varmak, senden önce gide gele aşınan patikaları tek yön olarak görmemek çoğunluk tarafından `normal olmayan` olarak etiketlenir. Oysa normal diye bir kalıp olması normale en uzak olandır. İçinden geleni filtrelemeden konuşabildiğin, karşılıklı birbirini besleyen bağlar kurmayı arzularken kendinden bu kadar uzakta konumlanman yaman bir çelişki yaratır. Bu içsel mesafen dışta da kopukluk hissinin zemini olur.

Dünyanın en uzun bambu ağaçlarından olan Moso ağacı, gövdesini taşıyabilmek için yaklaşık beş yıl kadar köke gider. Bu metaforun bize öğretisi, bazen değişim hızlıca olmaz, aceleci olmamalı, sabrı öğrenmelisindir. Kendi dışında aradığın her tatmin, köklerinin sağlamlaşma süresini uzatır ve seni de hayatta kalma moduna dahil eder. Bu gücü yalnızca içimizde bulmak bizi sürüden ayırır, ruhumuzu kanatlandırır. Bireysel olarak kat edilen bu yollar insanlığı da pozitif etkiler. Başkalarında da kendi olma cesareti verir. Bunu yapabilmenin yolu acımızı, karanlığımızı, hayatta kalma modunda olduğumuzu fark etmekten geçer. Her dönüşüm yıkıma neyin neden olduğu bilgisiyle, korkusuzca ve devamlı yüzleşme cesaretinden doğar ve bunu çok azımız yapabilir. Korkarak yaşayanlar kaçarak, yalnız olduğunu düşünerek, kontrolü ele alma ihtiyacı duyarak bir ömrü tüketir.

Gidilmeyen yolu tercih etmekse cesaret ister, kabulü, güveni seçmeyi seçmeyi gerektirir. Sürekli acele halinde, hep bir şeylere ihtiyacı olan egonu beslemeyi bırak ve özün sana senin için en doğru olan yolu göstersin. Sadece yavaşla ve izin ver. Olmaya, bulmaya, seçme şansına izin ver. Dışarda her ne olursa olsun içinde o gücü ve ışığı bulmaya gönüllü olmak sana yaşama şansını verir. Öyle olması gerektiği için değil, sen öyle istediğin için. Ruhuna yaklaşmaya cesaret et.


ree


 
 
 

Yorumlar


Yazı: Blog2_Post

Abonelik Formu

Gönderdiğiniz için teşekkür ederiz!

  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn

©2020, yaziyorum yazimi sonbaharimi ve galiba ne yazacagimi biliyorum tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page